11 Mayıs, 2008

UYAN TÜRK GENÇLİĞİ

Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün istiklal ve cumhuriyetini müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezhür edebilir.
İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle techit edebilirler. Millet, fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklal ve cumhuriyetini kurmaktır ! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Türkiye Cumhuriyetinin içinde bulunduğu durum ve ülke menfaatlerinin çıkmaza sürüklendiği bu zamanda Mustafa Kemal Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ve ülke bağımsızlığına adadığı devrimleri yok edilmeye çalışılmaktadır. Ülkeyi yabancı odaklı güçlerin elleri altında yönetmeye çalışan emperyalist uşakları gaflet ve dalalet içerisindedirler. Ülke topraklarına yabancı sermaye adı altında girilmiş, özelleştirme kapsamında ülke fabrikaları satılmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomik bağımsızlığının önemini belirten Mustafa Kemal Atatürk, ‘’Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla olur.’’ Sözleriyle belirtmiştir. Gençliğe hitabesinde Ulu önderimiz Atatürk bugün Türkiye üzerinde oynanan oyunlara ve politikalara karşı Türk gençliğine yapması gerekeni söylemiştir. Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyetini yaşatmak, demokrat, Atatürkçü gençlerin elindedir.
Türk gençliği şunu untmamalıdır ki; Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmaktan kurtulamaz.

17 Nisan, 2008

KARADENİZDE YATAN ÜÇ YÜREKLİ ŞEHİT

Resmi tarihin, gayri resmi şekillerde oluşturulmasıyla 93 yıl boyunca farklı şekilde bilinen ve anlatılan Sarıkamış Şehitleri gerçeği Prof. Dr. Bingür Sönmez’in gerçekleştirdiği çalışmayla yeniden yazılmaya başlandı. 3 yıllık çalışmanın ardından bu belgelere ulaşan Prof. Dr. Bingür Sönmez, Sarıkamış’ın ve birinci dünya savaşının gerçeklerini gözler önüne serdi.

Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer ve Mithad Paşa Trabzon yolunda
Birinci dünya savaşında İtilaf devletleri tarafında yer alan Rusya, Kafkaslarda Osmanlı İmparatorluğu ile mücadele içerisindeydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun en çok kayıp verdiği cephelerden bir tanesi olan Sarıkamış’a, dönemin Genel Kurmay Başkanı Enver Paşa tarafından yazlık üniforma ve teçhizat ile 90 bin asker gönderilmiş ve Rus ordularının ilerleyişi durdurulmak istenmişti. Diğer komutanların itirazlarına rağmen Enver Paşa’nın 90 bin civarındaki askeri Kafkaslara göndermek istemesi, sonun başlangıcını hazırlamaktaydı. Kışın yaklaştığını hesaba katmadan 90 bin askeri Sarıkamış’a gönderen Enver Paşa, askerlere mühimmat, erzak ve kışlık üniforma yollamak amacıyla 3 yük gemisini Donanma Komutanlığının haberi dahi olmadan Trabzon’a gönderme kararı aldı. Bu sayede kış koşullarına hazırlıksız olan birliklerin eksikleri giderilmesi amaçlanıyordu. Bu üç gemi 3 bin civarındaki askeri ve teçhizatı Trabzon’a götürecek ve oradan yayan olarak Erzurum üzerinden Sarıkamış’a sevk edileceklerdi. Bezm-i Alem (4,580 ton), Bandırma’dan aldığı bakla, buğday ve İstanbul’dan ek olarak aldığı iki uçak, mühimmat, bir uçak bölüğü, Bahr-i Ahmer (3,603 ton) ve Mithad Paşa(4,445 ton) ise Sarıkamış’a götürmek üzere elbise, ayakkabı, askeri teçhizat, 3 bin civarında asker, bunun yanında Kafkaslardaki Türkleri Ruslara karşı ayaklandıracak eğitimli ajanlar bulunmaktaydı. Bu dönemde Karadeniz donanma komutanlığını Alman Amiral Souchon yapmaktaydı fakat İstanbul’dan Trabzon’a yola çıkan bu 3 yük gemisi, Osmanlı Donanma Komutanlığına haber verilmediği için, hiçbir askeri korumaya mevcut değildi. Bu da demek oluyor ki herhangi bir saldırı karşısında yapacakları bir şeyin olmaması. Sivastopol’dan hareket eden Rus donanmasına ait Rostislav muhabere gemisi ve Kagul kruvazörü kömür ocaklarını bombalamak amacıyla Ereğli açıklarında bulunmaktaydı. Ereğli açıklarında Karadeniz’de güçlü Donanmaya sahip Rus savaş gemileri ile karşılaşıldı.

Bölge kömür havzası ve işletilmesi
Rus savaş gemileri, Sarıkamış’a mühimmat ve askeri sevkiyat yapan Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer ve Mithad Paşa yük gemileriyle karşılaştıklarında, Zonguldak ve bölgesini önemli ve stratejik kılan kömür ocaklarını bombalıyorlardı. Birinci dünya savaşı başlamadan önce bölgemizdeki kömür ocaklarının işletmesini Fransızlar ve İngilizler yönetirken, birinci dünya savaşı ile 1910’lu yıllardan itibaren bölgedeki kömür ocaklarının işletmesini Osmanlı İmparatorluğunun müttefiki olan Almanya devraldı. Kömür havzası, sanayi devrimi ile birlikte buharlı makinelerin çalışmasını sağlayacak kömür hammaddesini sağlıyordu. Buda Zonguldak bölgesine bütün devletlerin gözünü dikmesine neden olmaktaydı. Osmanlı’nın müttefiki Almanya, kömür havzasının yönetimini ‘’Harp Kömür Merkezi’’ adlı komisyona bırakarak bölgedeki kömür ocaklarının işletmesine sahip oldu. Yöneticileri de Almanlardan oluşmaktaydı. Osmanlı’nın müttefiki Almanya’nın Ereğli ve Zonguldak bölgesindeki kömür ocaklarını bombalayan Rus savaş gemileri, Ereğli açıklarında, Trabzon istikametine giden 3 yük gemisi; Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer ve Mithad Paşa ile karşılaşır ve bombardıman sonucunda 7 Kasım 1914’te batırırlar. O dönemin önemli dergisi Donanma Mecmuasında bu üç geminin varlığı bilinmesine rağmen, ne şekilde, nerede ve nasıl batırıldığı bilinmiyordu.

Enver paşa tarafından saklanan bu üç geminin batırılışı, bu saldırıdan kurtulan askerlerde bir şekilde susturulmuş ve basına sansür uygulanmıştır. Sarıkamış deniz şehitleri Yapılan araştırmalardan sonra 93 yıl önce şehit düştükleri Ereğli açıklarında battıkları yerde anıldı.
Sarıkamış’a kışlık üniforma ve teçhizat taşıyan bu üç Karadeniz şehidi batırılmasıydı belki de Sarıkamış’ta bu yoğunlukta şehit verilmeyecekti. Sarıkamış deniz şehitleri, Ereğli açıklarında huzur içerisinde yattıkları yerde, akademisyen dalgıçlar tarafından araştırılacakları günü bekliyorlar.

12 Nisan, 2008

Kent tarihi ve geçmişin izleri

Kent tarihi ve geçmişin izleri

Antalya Kale içinde yer alan ve Antalya kent kültürünün izlerini taşıyan ahşap cumbalı evler geçmiş ile bügünü buluşturan, tarihin yarınlara mirasıdır. Bu eserlere sahip çıkmak ve gelecek kuşaklara bırakmak görevimizdir. Zamanın üğütücü çarkında ayakta kalabilmiş bu ahşap konaklar,restorasyon ve gerekli ilgiyi belediyelerden ve konak sahiplerinden beklemekte. Bir milletin zenginliği kültürel varlıklarına verdiği değer ile ölçülür. Yarınlara bırakmak görevimiz.

08 Aralık, 2006

POSTA PULLARINDA YAŞATTIĞIMIZ İSTANBUL

İstanbul varoluşundan bu yana her zaman konumu ve mitolojik çekiciliği ile toplumlara, uygarlıklara yüzyıllar boyu ev sahipliği yapmış ve bu uygarlıklar geri dönülmez hatıralar, yapıtlar bırakmışlardır. Geride kalan bu yapıtlar ve eserler daha sonraki uygarlık tarafından benimsenmiş ve korunmuştur. Matbaa’nın ve fotoğraf tekniklerinin gelişmesiyle, bu yapıtların dönemlerdeki durumlarını görme şansı, diğer kuşaklara aktarımı daha da kolaylaşmıştır. Posta Pulları tarihinde, İstanbul ve İstanbul’da bulunan milli servet diye tanımlayabileceğimiz eserleri diğer kuşaklara aktarmada pulların da kullanıldığını görüyoruz. Konumuzu içeren 1914 basım 1. Londra Posta Serisi, hatıra anlamında yapılan ilk Posta Pulu Serisidir.



Posta pulunun kullanılması ile başlayan yeni dönem;
Osmanlı’da Ulusal Posta Pulu kullanımı fikri Sultan Abdülaziz’in 1862 yılında Posta Nazırı Agah Efendi ve hükümete bir teklifte bulunması ile başlamış olur. İngiltere’de 1840 yılından beri kullanılan ve posta pulu ile gerçeklesen tek tarife usulünden ilham alan Sultan Abdulaziz yurt içinde mesafe hesabı yapılmadan daha ucuz, tek ödeme karşılığında ücretlerin posta pulları aracılığıyla ödenmesini teklif eder. Ve uygulama Kabul edilerek 13 Ocak 1863 yılında ilk posta pulu kullanılmaya başlar. 1863’ten 1913 yılına kadar olan dönemde pullar üzerinde padişahların tuğraları görülmekte ve tek düze şeklindedir. Estetiksel bir özellik taşımamaktadır. 1913 yılından itibaren pullar üzerinde mimarlık yapıtları görülmeye başlanmıştır. Bunun amacı küçük Osmanlı pullarına güzellik katmak ve değer katmak olmuştur. 1863’ten 1914 yılına kadar görkemli seri basılamamasına neden olarak Osmanlı İmparatorluğunun ekonomik çöküş içinde olması, savaşlar ve parasal sorunların pullara yansımasıdır. 1914 yılında tek düzeliği kaldırmak ve pullara güzellik katmak amacıyla ikişey uygun gorülmüştü; pullar hem görkemli olucak, hemde dışarıda basılacak.




Posta pulları ve İstanbul
Kullanıma sunulan ilk İstanbul temalı posta pulları serisi 14 Ocak 1914 yılında 5. Sultan Mehmet tarafından bastırılan 1. Londra Posta Serisidir. Az once degindigimiz gibi pullar hemde disarida basilmistir hemde Istanbul temali olmustur. 1914 yılında İngiltere’de basılan bu pulların nakışlarını Mimar Muzaffer Bey, Türkçe tezyini Hattat Mehmet Bey gerçekleştirmiştir. Londra’nin Wilkinson matbaasinda tydus stili ile basilmistir. Kagidin kalinligi ve kalitesi o gunku dunya pullari kalitesinde yer tutmaktadir. Mimar olan ve nakışları işleyen Muzaffer Bey aynı zamanda posta ve telgraf Nezareti görevini yerine getirmekteydi. Yapmış olduğu pullar üzerindeki nakışlar birçok kişi tarafından beğeniyle karşılandı.
Istanbul’un pullardaki mimari yapilari
Londra’da basılan pullar, Osmanlı Kültür ve Sanatının yanında Mısır ve Bizans dönemine ait eserlerede yer vermiştir. Sultanahmet meydanında bulunan ve Mısır’dan getirilen Dikilitaş, 1. Konstantin tarafından Roma’dan İstanbul’a getirilen veYanıkdirek adıyla anılan Divan Yolu üzerinde yer alan Çemberlitaş, . Bizanslı’ların mimari yapısı olan Yedikule, Üsküdar’da yer alan Kız Külesi, Fenerbahçe’de bir Fransız şirketinin inşa ettirdiği Fener, Fatih Sultan Mehmet tarafindan yaptırılan Rumelihisarı, Sultanahmet’te yer alan Sultanahamet camii, Şişli’deki Hürriyet Anıtı, Koca Sinan’ın harikası olarak anılan Süleymaniyesi, muhteşem Boğaziçi görüntüleri, Beyazıt Meydanı, Nevşehir’li Damat İbrahim Paşa'nın yaptırdığı Ayasofya yanındaki Çeşme, ve serinin son pulu 5. Sultan Mehmet’in kendine ait portresi yer almaktadır. Bu serinin pulları valorune göre, havale posta gönderilerinde, posta gönderilerinde ve posta kartlarında kullanılmıştır.



Sursaj yapılarak tekrar piyasaya sunuluyorlar;
Bu pullar daha sonra 1. Dünya savaşının çıkması ve zorunlu tasarrufun başladığı bu dönemlerde yeni pullar çıkarılmamıştır. Bunun yerine eldeki pulların fiyatları değiştirilerek, yeniden yapılanma anlamına gelen sürsaj yapılarak piyasaya sunulmuştur. Serinin en değerli pulları olan 100 ve 200 kuruşluklara kullanımı sırasında jilet atılarak bir daha kullanımı önlenmiştir.
· bu serinin Şişli'deki Hürriyet abidesini gösteren pulu 1,5 kuruşluk’tan 1 kuruş’a indirilerek tekrar piyasaya sunulmuştur.
· 1 Ekim 1914 yılında 5, 10, 20 para ve 1, 2, 5, 10 kuruşluk 7 parca pul Imtiyazatı Ecnebiyenin lağvı adı altında sursajlanmış ve kullanıma sunulmuştur.
· Serinin en değerli iki pulu 1915 yılında Sultan Reşat Elgazi hatıra serisi adı altında sursajlanmıştır. 100 ve 200 kuruş olan pulların değeri 10 ve 20 kuruş olarak değiştirilmiştir, ve herkezin kullanımına sunulmuştur. Çünkü 100 ve 200 kuruş iken pullar padişahın yazışmalarında ve yurt dışına gönderilen posta kartlarında kullanılmaktaydı.
Takse pulları
Takse pulları pulların cezalı olarak tahsil edilmesi anlamına gelmektedir. Bu amaçla 1914 yılında 5, 20 para 1 ve 2 kuruşluk takse pulları bastırılarak posta gönderilerinde eksik pul bastıranlara uygulanan ceza pul uygulamasıdır. Bu takse pullarına sursaj yapılmamıştır.

Kaynak; 1973 pul kataloğu, Ali Nusret Pulhan
2005 pulko

24 Ekim, 2006

İSTANBUL’U AYAKTA TUTAN YAPITLAR

DİKİLİ TAŞLAR
Tarıh boyunca önemli binlerce mimarı yapının merkezi olan İstanbul’da birçok yapı yıkıldı, yandı veya unutuldu kimi yapılar ise günümüze kadar önemini korudu.Yazımızın konusunu oluşturan dikili taşlar da İstanbul’u İstanbul yapan önemli yapıtaşlarını oluşturuyor. Döneminde inşaa edildiği bölgenin önemli bir zafer simgesi olan dikili taşların günümüze kadar kalanları kadar bir o kadarının zamana yenik düşüp yok olduğunu söyleyebiliriz. Her yapılan dikili sütun bir başarıyı simgelemekteydi veya yaptıran imparatorun güc simgesini temsil etmekteydi. Bu nedenle İstanbul’a damgasını vuran dikili taşların hangi nedenlerle dikildiğini ve hangi özellikleriyle İstanbul için bir değer oluşturduklarını araştırdık.
KIZ TAŞI:
Günümüzde Fatih sınırları içerisinde yer alan Kız Taşı M.S 452 yılında Markianos adına dikilmiştir. Yaklaşık olarak 10 metre yüksekliğinde olan Kız Taşı, granit taşından yapılmıştır. Bu taşın üstünde İmparator Marsiyen’in (M.S 450-457) heykeli bulunmaktaydı.Üzerinde kabartmalar bulunan bu taşın kabartmaları bugün silik bir şekilde de olsa hala gözükmektedir. Kaidenin bir yanında çelenk taşıyan iki zafer tanrıçası görülmektedir. Motiflerin yanında latince yazılar olmasına rağmen maalesef günümüze kadar korunamamıştır. Bu taşın efsanesine göre Bizans döneminde günahkar genç kızlar, taşın önünden geçerken taş hafifçe eğilerek o kızları işaret edermiş. Tarihi eser Türk döneminde Kız Taşı olarak da anılmaya başlanmıştır.



GOTLAR SÜTUNU:
İstanbul’un en eski sütunlarından bir tanesi olan Gotlar sütunu 3. yüzyılda Sırbistan’ın Nis şehrinde kazanılan zafer adına dikilmiştir. Roma dönemi eserlerinden birini oluşturan sütun, Topkapı Sarayının dış bahçesinde, Gülhane Parkı’nın Sarayburnu girişinde yer almaktadır. Yaklaşık 15 metre yüksekliğindeki bu sütun hiç değişikliğe uğramadan günümüze kadar kalabilmiştir. Sütunun üst tarafındaki başlık bölgesi ise döneminin özelliğini taşıyan korint üslubunda kartal arması ile süslüdür. Bazı tarihçilere göre sütunun tepesinde şehrin kurucusu olan Byzas’a ait bir heykel bulunmaktaydı. Sütunda yazılı Latince kitabede Gotlara karşı kazanılan zaferden bahsedildiğinden yapı Gotlar sütunu diye anılmaya başlamıştır. Günümüzde bu kitabe güçlükle okunabilmektedir. Sütunun dikildiği alan döneminin önemli merkezlerinden bir tanesini oluşturduğu için abide buraya dikilmiştir. Yaklaşık olarak 1700 yıldır yerinde duran abide günümüzde ağaçların arasında saklanmış bir vaziyette hala dimdik ayakta durmaktadır.
ARCADİUS SÜTUNU:
1. Theodosius’un Gotlar’a karşı kazandığı zaferleri anıtsal eserlerle simgelemek isteyen İmparator Arcadius ( M.S 395- 408 ) İstanbul’un yedinci tepesi olan Kurutepe’ye Arcadius Forumu’na çelenk motifli bir kaide üzerine bu sütunu diktirmiştir. Sütun 2. Thedosius ( M.S 408- 450 ) döneminde tamamlanabilmiştir. Sütunun üstüne Arcadius heykeli dikilmiştir. İstanbul’un 543 yılında geçirdiği depremde heyekelin kolu kopmuştur. Sütun tek ve aynı taştan yapılmış gibi gosterilmek istenmis fakat mimari olarak birbirine gecirilmis taslardan olusturulmustur. Yaklaşık 47 metre yüksekliğindeki sütun 4 metre çapındadır. Sütunun içersinde 223 basamaklı bir merdiven ve sütunun üst tarafında bir balkon bulunmaktaydı. Haseki Kadın Sokağında varlığını korumaya çalışan sütun günümüzde bir taş yığını görünümündedir.

06 Nisan, 2006

Zonguldak kömür havzası üzerine ilk Türkçe kitap

Zonguldak ve Kömür

Uzun Mehmet ismindeki bahriye'nin kendi köyü civarında gezerken 1829 yılında Zonguldak havzasında kömürü bulmasıyla bu bölgenin zenginliği ayrı bir önem kazandı.Uzun Mehmet'in kömürü bulmasının rivayeti şöyle gelişmiştir; Bahriye olarak askerlik görevini yapan uzun Mehmet terhis olacağı dönemlerde numuneleri gösterilen kömürü dikkatle inceler ve komutanlarının söyledikleri sözleri can kulağı ile dinler.Köyünde bir gün eşşeğini önüne katarak değirmene doğru yola çıkan Mehmet, değirmenin dolu olması nedeniyle Köseağzı değirmenine yönelir.Burda da değirmenin dolu olmasına sıkılan uzun Mehmet zaman geçirmek amacıyla dere kenarına iner.Hava mualefeti yüzünden taş toprak ile dolan dere kenarında molozların arasında askerliği sırasında gördüğü taşlardan görür ve oraya yönelir.Bu taşlardan birkaç tanesini alarak değirmene doğru yönelir yeniden. Değirmende yanan ateşe kimse farketmeden bu taşları atar ve bir kaç dakika bekledikten sonra,ateşe bakar ve taşlar yanmaktadir.Hemen değirmenin dışına fırlayarak;
-buldum,buldum....
diye bağırır.İnsanlar ne oldugu sorar fakat hiçbirşey demez.İşlerini değirmende bitirdikten sonra hemen eve döner.Ertesi günü tekrar dere boyuna giderek numunelerden toplar.Bu hadiseyi kimseye haberdar etmez ve sır gibi saklar.
Ertesi bahar bu numuneleri alarak İstanbul'un yolunu tuttu.Padişah ikinci Mahmut bu kaşife beşbin kuruş ödül ve altıyüz kuruş aylık bağladı.
Bu anlatıklarımın hepsi 1934 yılında İstanbul Husnutabiat matbaasında basılan '' Zonguldak Havzası, uzun Mehmet`ten bugüne kadar'' adlı eserde yer almakta.Yazarı Ahmet Naim olan Bu kitap aynı zamanda Zonguldak üzerine basılan ilk eser olma özelliğini taşımaktadır.

27 Mart, 2006

Uygarlık Seviyemiz

Toplum olarak okumayı pek sevmeyiz. Kulaktan duyma bilgiler ile yetinir, genel kültür bilgimizi daha da arttırmak gereğini duymayız. Tuncay Özkan'ında dediği gibi Türkiye'de kavramlar ve argümanlar yerine duygularla konuşmak geleneği vardır. Eğitim ve bilgi eksikliğinin bir sonucudur bütün bunlar. Türkiye için çok önemli bir gün olan 3 Ekim müzakerelerinde gelişen haberleri izlemek yerine, şov amaçlı yapılan programları izlemek kısa yoldan bize bazı şeyleri açıklamakta,yapılan araştırmalarda bunu göstermektedir.
Kitaba harcanan parada kişi başına;
Norveçli 137 dolar,
Alman 122 dolar,
Belçikalı 100 dolar,
Avusturyalı 100 dolar,
Güney Koreli 39 dolar harcıyor.
bunun yanında BİR TÜRK YILDA KİTABA ORTALAMA 45 CENT HARCIYOR.
Kitap okumaya ayrılan zaman;
BİR TÜRK'ÜN AYIRDIĞI ZAMANIN,
Norveçli 300 katını,
Amerikalı 210 katını,
İngiliz 87 katını,
Japon 86 katını AYIRIYOR.
Eğitim sistemimizdeki rezalet ders kitaplarına da yansımakta ve batı'nın eğitim seviyesinin uzaklarında yer almamızı sağlamaktadır.
Ders kitaplarındaki kavram sayısı;
Amerika'da ders kitaplarında 71.618 kavram var.
Almanya'da ders kitaplarında 70.400
Japonya'da 44.224
İtalya'da 31.762
Suudi Arabistan'da 13.576 kavram var.
TÜRKİYE'DE DERS KİTAPLARINDAKİ KAVRAM SAYISI 7.260
Sonuç hergün gelip geçtiğin yolda durup etrafına bakıcak olursan cevabı görücek olursun. Kavramları eksik bir ülkenin trafiği, ufku, geçmişle gelecek bağlantısı, bilimi, sanatı, insanlari, birbirleriyle ilişkileri ancak bu kadar olur.

Geçmişten Bir Esinti

Geçmişin yeniden elinizde canlanması,

koleksiyonerlik veya eski kitap, efemera düşkünlüğü ayrı bir zevktir. Bulduğunuz eski bir kagıt hiç ummadığınız bir yazı içerebilir veya eski ilginç yaşam öykülerine ev sahipliği yapabilir. Biryerde Geçmişi yaşatmaktır koleksiyonculuk. Sahaflarda veya yol üzerinde gördüğünüz eski kitap, antika satan yerlerde ilginç eşyalarla veya kitaplarla karşılaşabilirsiniz. Tabii ki bunun ne olduğunu ne anlama geldiğini bilmek ayrı bir uğraş istemektedir. Birgün sahafları gezerken eski ''The National Geographic'' dergilerine rastladım. Dergiler ingilizceydi. Aklıma burda şu geldi; bu dergilerde Türkiye konulu haber olabilir mi? çünkü Türkiye konulu bir araştırma yazısı yabancı kaynakların o tarihte Türkiye'yi nasıl gördüğünün bize bir kanıtı olabilir.Ve böyle bir dergi elimdeydi. Elimde tuttuğum Eylül 1957 basım The National Geographic dergisiydi ve Türkiye konulu bir yazı bulunmaktaydı.Konu başlığı şuydu ''Robert College,Turkish Gateway to the Future''.Robert Koleji, Türklerin geleceğe açılan kapısı.İstanbul'un eşsiz güzelliğini sergileyerek yazar Franc Shor tarafından kaleme alınmış bir haber. Bu yazıda Robert Kolejinin kuruluşundan, taşıdığı misyonundan,modern Türk kızlarının aldığı eğitimden söz edilmekteydi. Türkiye'de çağın en onemli okullarından bir tanesi olan Robert Koleji,o zamanlarda da onemli misyonlar taşımaktaydı. Batı standartlarında eğitim veren, yaptığı araştırmalar, incelediği alanlar bakımından bir ekoldür. Amerikan standartlarında eğitim veren Robert, aynı zamanda Amerika`nın ülke dışında faliyet gösteren bir okulu konumunda olduğundan söz edilmekte. 1957 yılında okulda yabancı ülkelerden gelen oğrencilere de değinilerek İran, Iraq, Yunanistan, Almanya, Rusya ve Balkanlardan oğrencilerin eğitim gördüğü söyleniyor. Robert Koleji o yıllarda doğu ve batı arasında eğitim alanında köprü görevi yaptığı açıklanıyor. Sağda yer alan fotoğrafların açıklaması ise şöyle; Robert College and the American College for girls stage some of Istanbul's finest performances.Repertoires range from modern American plays to classic Greek drama in Turkish translation.Shakespeare is a favorite.Mrs. Anne Nordhus goes over a script with players dressed as Anatolian peasants.
Alttaki resimin açıklaması;Open shelves drawreaders to the 25,000 volume library,one of the finest multilingual collections in the balkans. ve söylenen son söz şu kadınlar için eğitim artık uzak ve macera dolu değil.




Rumeli hisarından bir görünüş dergide yer almakta.